Evolution simply means change occurring during time. There is no doubt that evolution has occurred since Big Bang, from the simplest prokaryotes to humans; the only thing that is arguable is what for, how and why it has happened. All the living organisms are com- posed of the same 4 basic bases and 20 amino acids. What for (teleology), end why (causality and even teleology) are beyond the limits of scientific epistemology and methodology, so, answers of these questions have been subject of mystical and religious teachings. As evolu- tionary scale ascends, the construction of central nervous system becomes complicated learned behavior supersedes the instinctually inherited. It is de facto impossible to assume that instinctual tendencies disappear complete- ly, and all the mental abilities including cognitive, affective etc have been constructed above the “older” ones. The idea that universe is an open system and all the beings are alive, has climbed from ancient belief systems to modern theore- tical physics. Mystical and ecstatic experiences, rituals, and the social memetic organizations which we call “religions” in the service of reaching the esoteric-holistic knowledge are present in all homo cultures. Even the most sectarian Atheist or Agnostic people experience an experience of trance-like self-transcendence; the most typical example of this is orgasm. French call orgasm as “la petit morte”, which means “little death”. The brain areas activated during mystical ecstatic states and orgasm are almost the same: Amigdala, limbic system, tem- poral lobe, supramodal prefrontal cortex, hippo- campus and the areas in-between. 1 Initially Cloninger described two characters: Self-directedness and cooperativeness. Later on he added self-transcendence. These transcen- dental behavior patterns are not unique to human species: Chimpanzees’ rain dances, ele- phants’ grave visits, extended ritual-like howling of the dogs are among the numerous examples. So, why we have this transcendence, mystical tendency and the final social organizations, the religions are present? Unio mystica, which is present in all mystical traditions (Cabbala, Sufism, Vedanta, Esoteric Christianity etc.), means the unification of indivi- dual soul with God or the divine one, unity, ins- piration. It can be observed in both mystical experiences, also in all kinds of excitation syn- dromes (mania, schizophrenia etc), and dissoci- ative states. Revelation is in the same category. Dogmatic organizations, which are per se not falsifiable, stemming from subjective knowledge, generally initiated by a charismatic leader or event, giving or suggesting the hope of absolute happiness and justice, spreading and mutating very quickly, so enhancing the cultural diversity and still have these basic properties are called religions. Why these organizations persist? Boyer’s answer is “because our minds evolved to be so”. Neurotheology has become a scien- tific area involved with this subject. Furthermore, against the Freudian scholastic brainwashing to make psychiatry areligious and even enemy of religion, some therapies with mystical and religious origin are penetrating psychiatry in speeding manner. 2 Jung’s concept of collective unconscious is called phylogenetic, even encompassing the entire universe and beings, ontogeneticpsyche nowadays; some argue that religions serve to assurance of yearning to the essence, death is essentially reunion, and as a primum movence the basic security, belonging and affiliation and they are inevitable. Likewise, there are great scientists like Collins3 who argue the issues of Atheism, Intelligent Design, and Biologos. This approach has two practical importances: we have to consider all these natural, nurtural and cultural contexts while analyzing and under- standing men deeper. Psychoanalysis still gives too much priority to nurture. Linear and rational CBT and IPP works, dynamic psychotherapies are gathering increasing reputation in evidence- based psychiatry. Psychoanalysis’ model of dream, lapses and joke interpretation was the first gate to discover the phylogenetic and onto- genetic psyche. We need more transcendent and even transcendental approaches which will activate the limbic system and amigdala. This means that psychiatry needs to approach and even cooperate with neuroscience and psychoa- nalysis, and with the aid of meditative tech- niques, creating and improving novel therapeutic approaches. When he was trying to differences of transcend- dence and transcendent, and transcendental, even Kant had mystified the subject. Dawking asserts that all the mystics, gurus, prophets are schizophrenics, is he right? Or, since mystical, ecstatic experiences, rituals in the service of approaching the ultimate, esoteric, holistic knowledge are so widespread and religions are so many in all homo cultures, are they associa- tive dissociations? At least, is there a difference between the sick and healthy? How psychiatry should approach to these phenomena? I guess we can find a midway without breaking off from science.
Psikiyatri bilimi aşkın düşünce, duygu ve yaşantıları nereden/nasıl görüyor?
Evrim, basitçe, zaman içinde meydana gelen değişiklikler demektir. Büyük Patlama’dan canlı- lar alemine kadar süren kozmik, en basit prokar- yotlardan insana kadar süren biyolojik bir evri- min olduğu üzerinde günümüzde hiç bir şüphe yoktur, sadece bunun neden, niçin ve nasıl cereyan ettiği tartışmalıdır. Bütün canlılar aynı dört temel baz ve aynı 20 aminoasit sekansla- rından oluşmuştur. “Neden” (nedensellik belirtir) ve “niçin” (sonuçsallık, hatta teleoloji [ereksellik] belirtir) soruları pozitif bilimin epistemolojik ve metodolojik sınırlarını aştığı için metafizik, mistik ve dinsel öğretilerin konusu olagelmiştir. Evrim basamağında yükseldikçe merkezi sinir sistemi- nin yapısı da karmaşıklaşır, içgüdüsel davranış- la öğrenilme yoluyla kazanılan davranış dengesi ikincisi lehine değişir. Yine de, içgüdüsel eğilim- lerin tamamen kaybolduğunu söylemek de facto olası değildir ve bilişsel, duygulanımsal her türlü zihinsel yeti daha basit olanın üzerinde inşa olagelmiştir. Evrenin tamamının esasen açık bir sistem olabileceği ve bütün evrenin aslında canlı bir organizmadan ibaret olduğu fikri en eski inançlardan günümüz teorik fiziğine kadar yansı- mıştır. Varoluşun derunî-küllî bilgisine ulaşmaya müteveccih mistik, ekstatik yaşantılar, ayinler ve “din” dediğimiz memetik havuzlaşmalar bütün homo türlerinde ve bütün kültürlerinde vardır. En sıkı ateistinden en koyu agnostiğine kadar herkes yaşamının şu veya bu döneminde bir “unio mystica”, kendinden geçerek kendini aşma halini tadar; bunun en küresel örneği orgazmdır. Fransızlar orgazma “la petit morte”, yani “küçük ölüm” derler. Mistik vecd halleriyle, orgazm sıra- sında etkinleşen beyin bölgeleri çok iç içedir: Amigdala, limbik sistem, temporal lob, supramo- dal prefrontal korteks ve hippokampus ve ara kısımlar. 1 Cloninger’in karakterleri başta sadece ‘başına buyrukluk’ ve ‘işbirlikçilik’ iken, sonradan ‘kendini aşma’yı da eklemiştir. Bu tür varlığın özüne ulaşmaya yönelik transandantal davranış örün- tüleri sadece insan türüne özgü değildir: Şem- panzelerde yağmur dansları, fillerde mezar ziya- reti, köpekgillerde uzun uluma ayinleri gibi nice örnekler verilebilir. Peki, bu tansandans, mistik eğilim ve onun sonucu olan dinler neden var? Unio Mystica, bütün mistik geleneklerde ortak olarak rastlanan (Kabbalah, Sufizm, Vedanta, Ezoterik Hristiyanlık vs.) bireysel ruhun Tanrısal veya tanrısal olanla buluşması, vahdet, esrime demektir. Gerek mistik yaşantılarda, gerekse her türlü taşkınlık sendromunda (mani, şizofreni vs.) ve dissosiyatif hâllerde görülebilir; vahiy de bu kategoridedir. Genellikle karizmatik bir lider veya mitolojik bir olay tarafından başlatılan, bir gün ulaşılacak mutlak saadet ve adalet telkin veya vaat eden, -günümüzde şart olmamakla bera- ber- bir ilahi veya kutsal varlığa imanı gerektiren ve memetik yolla sür’atli mutasyona uğrayarak yayılan, kültürel farklılaşmayı da beraberinde getiren, bu işlevini halen de sürdüren, dogmatik nitelikli inançlara dayanan, yani yanlışlanabilirlik ilkesine ters düşen, öznel bilgiye dayanarak gelişmiş toplumsal kurumlara din denir. Bu kurumlar niye sebat ediyor? Boyer buna kısaca “çünkü zihinlerimiz evrimle bu bu şekilde hazır- landılar” diyor. Nöroteoloji kavramı artık bu feno- menlerin temellerini araştıran bir bilim alanı oldu. Dahası, Freud skolastiğinin etkisiyle yıkanmış beyinlerin psikiyatriyi adeta din düşmanı haline getirme çabalarına karşın, dinsel ve mistik kaynaklı terapiler psikiyatriye artarak nüfuz etmektedir. 2 Jung’un ortaklaşa bilinçdışı günü- müzde filogenetik, evreni de kapsayarak onto- genetik psişe kavramı ortaya atılmıştır ve adına din denen binlerce kurumun temelinde öze olan hasret yatıyor, ölüm de vuslattır şeklinde, keza en temel primum movens olan güvenlik, ait olma ve mensup olma gereksinmesinin karşılanması için dinin evrimi kaçınılmazdı yorumları var. Nitekim ateizm, yaratılışçılık, akıllıca tasarım, biologos gibi kavramları tartışan Collins3 gibi dünya çapında bilim insanları söz konusu. Bu yaklaşımın pratikte de büyük önemi var: İnsanı daha iyi anlamaya ve tahlil etmeye (analysis) yönelirken, bütün bu natürel, nurtürel ve kültürel bağlamların dikkate alınması gere- kecektir. Psikanalizde hâl-i hazırda nurtüre fazla önem yüklenmektedir. Çizgisel ve rasyonel KDT ve İPT terapilerin işe yaradığı kesindir; dinamik psikoterapilerin de kanıta dayalı bağlamda faydaları ortaya konmaktadır. Psikanalizin rüya, lapsus ve şakaların yorumu ve serbest çağrışım modeli filogenetik ve ontogenetik psişiye açılan ilk kapılardı. Limbik sistemi ve amigdalayı aktive edecek daha aşkın (transcendental) yaklaşımla- ra gereksinme vardır. Bu da psikiyatrinin sinir- bilimle ve psikanalizle buluşup, meditatif teknik- lerden de faydalanarak geliştireceği yeni tera- pötik yaklaşımlarla gerçekleşecektir. Transandans, transandan ile transandantal ola- nın farkından ilk kez söz eden Kant, sorunu mistifiye etmemeye çalışırken istemeden de olsa etmiştir. Bütün mistiklerin, guruların, peygamber- lerin aslında şizofreni olduğunu iddia eden Richard Dawkins mi haklı, yoksa evrim varolu- şun derunî-küllî bilgisine ulaşmaya müteveccih mistik, ekstatik yaşantılar, ayinler ve “din” dedi- ğimiz memetik havuzlaşmalar bütün homo türle- rinde ve bütün kültürlerinde bulunduğuna göre, bunlar assosiyatif dissosiyasyonlar mı? En azın- dan hasta olanla olmayanın farkı var mı? Psiki- yatrinin bunlara bakışı nasıl olmalı? Sanırım müspet ilimden kopmaksızın bir orta yol bulunabilir.