We had only one idea when we started The Third Page program. To make the offenders define crime and criminal and to seek the rea- sons abetting them. Indeed, the factors forming these reasons were not different from what we all knew. Murder, prostitution, drugs, fraud and many more crimes are those that can be seen in anywhere on the earth. However, a couple of crimes, which were specific to our country, have affected us deeply. These were honor killings, abduction, and blood feud. These crimes were committed only depending on the local factors and among our folk who are directly dependent on land. The offenders themselves were the ones telling that the basis of honor killings and the honor concept built upon women was money. We saw in abduction cases, how an innocent feeling could turn into a crime because of lack of education. Yet, it was impossible to understand blood feud that arose because of land, abduction or a minor disagreement. So much so that, the convicts we interviewed with said that years have passed since the event and that the reason was not even remembered. The impor- tant point was not being right or wrong. The important thing was revenge. It was not impor- tant being whether an adult or a child. Another aim of this program was having each episode interpreted by expert sociologists, psy- chologists, social service workers, and lawyers. This has developed entirely because of TRT’s principle of being objective and public broad- casting. While we were working on crimes related to blood feud, our consultants were Prof.Dr. Artun Ünsal, Psychiatrist Cemal Dindar and Attorney Ahmet Çörtoğlu. Their comments were so much matching up with what the convicts told that it was, as for me and many academicians, proof of a thesis. What was this thesis? Blood feud is a social problem. It develops in feudal systems. It is related to education but is not binding. In Mr. Cemal Dindar’s words, this crime cannot be overcome unless consanguinity and land rela- tion is surmounted, people individualize, and they trust in the state and the laws of the state. While interviewing with convicts about blood feud crimes, what impressed me most was that people had been grown up with the feeling of revenge. They did not have a future since childhood. Education, establishing a family or working was not important. They lived for a single aim: Killing someone from the opposite side and they knew that they would be killed after being released from prison. When you think, you can understand that this is horrible. A young convict in Bursa Prison whom we inter- viewed with said things that approved this. When I asked him: “What kind of a life is yours? Are not you restless? Are not you scared?” He replied, “I have no dreams left. I did everything I am supposed to do. This was my only dream and I made it real. If they want something more, they can just shoot me.” A convict I spoke to in Şanlıurfa was illiterate. He was married and he had children. He was not young. However, his words were revealing the essence of the fact. He was saying: “It dates back to 1918. I never accuse myself as it dates back to those times. After 70-80 years, even the French forgot Antep and they visit for vacation, but we did not forget.” A female convict in Çanakkale Prison was in prison because of murder because of blood feud. I asked her the same question as I asked many convicts. “What would you do if the same thing had happened today?” Her answer was thought provoking. “I would first kill the others. I mean, relatives, my family, my friends, every- one. I would come here after a slaughter. I would not be contented with one person be- cause I have spent my years here.” Some of the convicts said, “I don’t regret. I would do the same” while some others said, “I am more conscious now. I would not do the same thing; I would go and live in another place with my family.” We do not forget the revenge but we do not remember the reason of revenge. Being the adults, we kill and then give the young ones guns and make their lives miserable or we just grow them up with this feeling of revenge. When I asked a young man in Antalya prison about what he had lost due to being in prison he said: “I have been in so much pain and lonely here. I want the older people of the family who cherish a blood feud to come and see the life here. Iwant them to understand what it means to miss all family. We have lived these but we do not want to do anymore.” In the program we have made, we saw that the offenders were not as guilty as we thought them to be and the only way to eliminate these crimes was to eliminate the reasons abetting them. We all wish one thing: To unite for reasons that will be useful for our country through working and endeavoring not through pain and blood.
Kan davası üzerine bir belgesel (üçüncü sayfa) hazırlama deneyimi ve öğrettikleri
Üçüncü Sayfa programına başlarken tek bir düşüncemiz vardı. Suç ve suçlunun tanımını failine yaptırmak ve onu suça iten nedenleri araştırmak. Bu nedenleri oluşturan etkenler ise, hepimizin bildiklerinden farklı değildi aslında. Cinayet, fuhuş, uyuşturucu, dolandırıcılık ve daha birçok suç dünyanın her yerinde karşıla- şılan suçlardı. Ancak ülkemize özgü olan birkaç suç bizi derinden etkiledi. Bunlar töre cinayetleri, kız kaçırma ve kan davası idi. Sadece bölgesel etkenlere bağlı olarak ve sadece bire bir toprağa bağımlı halkımız arasında oluyordu bu suçlar. Töre cinayetleri ile kadınlar üzerinden kurulan namus kavramının aslının para olduğunu, faille- rin ağzından dinledik. Kız kaçırma ile masumane görülen bir duygunun nasıl eğitimsizliğe bağlı olarak suça dönüştüğünü gördük. Toprak yüzün- den, kız kaçırma yüzünden ya da çok önemsiz bir anlaşmazlıktan çıkan kan davalarını anlamak mümkün değildi. Zaten konuştuğumuz mahkum- lar da kan davasını başlatan nedene baktıkla- rında olayın üzerinden yıllar geçmiş olduğunu ve artık anımsanmadığını bile söylediler. Burada önemli olan haklı olmak değildi, burada önemli olan öç almaktı; yetişkin ya da çocuk hiç fark etmiyordu. Bu programın bir diğer amacı ise, her bölümün yorumunu uzman sosyolog, psikolog, sosyal çalışmacı ve hukukçulara yaptırmaktı. Bu tama- men TRT’nin objektif olma ve kamu yayıncılığı yapma ilkesine bağlı olarak gelişti. Kan davası ile ilgili suçları çalışırken danışman- larımız Prof.Dr. Artun Ünsal, Psikiyatrist Cemal Dindar ve Avukat Ahmet Çörtoğlu’ydu. Onların yorumları mahkumların söyledikleri ile o kadar örtüştü ki, bana göre ve birçok akademisyene göre bir anlamda bir tezin kanıtlanması haline geldi. Neydi bu tez? Kan davası toplumsal bir sorundur. Feodal yapı içinde gelişir. Eğitimle ilgi- si vardır, ancak bağlayıcı değildir. C. Dindar’ın deyimiyle kan bağıyla yer bağı aşılmadıkça, kişi- ler bireyselleşmedikçe ve devlete, devletin hu- kuk kurallarına güvenmedikçe bu suç aşılamaz. Kan davası suçları ile ilgili mahkumlarla konu- şurken beni en çok etkileyen, bir insanın çocuk- luktan itibaren bu öç alma duygusuyla büyütül- mesiydi. Çocukluktan itibaren onun geleceği yoktu. Okuması, eğitim alması, aile kurması, çalışması önemli değildi. O tek bir şey için yaşı- yordu, davalı olduğu taraftan bir kişiyi öldürmek. Kendisi cezaevinden çıkınca da karşı tarafın onu öldüreceğini biliyordu. Düşününce bunun kor- kunç olduğunu anlıyorsunuz. Bursa Cezaevi’nde konuştuğumuz genç bir mahkumun söyledikleri de bunu doğrular nitelikteydi. “Nasıl bir yaşam seninki, huzursuz değil misin, korkmuyor musun?” soruma, “Hiç hayalim kalmadı.” yanıtını verdi. “Yani yapacağım her şeyi yaptım, benim bütün hayalim buydu, onu da yaptım; çok şey yapıyorlarsa, gelsinler vursunlar.” Şanlıurfa’da konuştuğum bir mahkum, okuma yazması olmayan biriydi. Evliydi ve çocukları vardı. Yaşı da büyüktü. Ancak söylediği şu sözler olayın özünü çok güzel anlatıyordu: “1918’den gelen bir olaydır. Bu olay o zamandan geldiği için ben hiç kendimi suçlamıyorum. 71-80 sene sonra bak Fransızlar Antep’i unuttu, tatile geliyor; biz unutmadık.” Çanakkale Cezaevi’ndeki bir kadın mahkum, kan davası sonucu adam öldürmekten yatıyor- du. Birçok mahkuma sorduğum soruyu ona da sordum: “Bugünkü aklınızla aynı olay yine başı- nıza gelse, ne yapardınız?” Yanıtı çok düşündü- rücüydü: “İlk önce diğerlerini öldürürüm; yani akrabaymış, eşimmiş, dostummuş kaç tane var- sa. Direkt katliam yapıp gelirdim. Bir kişiyle bırakmazdım, çünkü benim burada yıllarım geçti.” Diğer mahkumların kimisi “Yine yaparım, pişman değilim.” dedi; kimi ise, “Bilinçlendim, yapmam; ailemi alır başka bir yerde yaşardım.” dedi. Öç almayı unutmuyoruz, sadece neden öç aldı- ğımızı anımsamıyoruz. Büyükler olarak öldürü- yor ve gençlerin eline silah verip onların yaşa- mını karartıyoruz veya onları sırf bu öç alma duygusuyla büyütüyoruz. Antalya Cezaevi’nde yatan bir gence “Burada olmak size neler kaybettirdi?” diye sorduğumda şöyle demişti: “Çok acı çektim, çok yalnızlık gördüm. Ben büyüklerimize, yani kan davası güdenlere diyo- rum ki, gelin de siz görün. Gelin de anaya-baba- ya, kardeşe, çoluğa çocuğa hasret çekmenin ne demek olduğunu gelin de görün diyorum. Biz bunları yaşıyoruz, ama yaşamak istemiyoruz artık bu saatten sonra.” Biz de yaptığımız bu programla aslında faillerin de düşünüldüğü kadar suçlu olmadığını, bunu yok etmenin tek yolunun onları suça iten neden- leri ortadan kaldırmak olduğunu gördük. Acılarla değil, kan davaları ile değil çalışarak emek harcayarak ülkemize yaralı olacak nedenlerle birleşmek, kenetlenmek ise hepimizin dileği.