Objective: The aim of this study was to determine the relationship between speed of clinical response and both applied dose to produce seizure and seizure duration in inpatients with depression who underwent electroconvulsive therapy (ECT) in Dicle University Faculty of Medicine Psychiatry Service between 1st June 2006 and 1st June 2008.
Methods: The sociodemodemographic and diagnostic features of 48 inpatients who underwent ECT in our clinic between 1st June 2006 and 1st June 2008 were examined retrospectively. In order to establish correlations between applied dose and seizure duration on the one hand and speed of clinical response during ECT treatment on the other, data of 21 inpatients with depression whose cure was completed in spite of adequate clinical response were analyzed using chi-square and Mann Whitney U tests.
Results: In our study, 87 (16.3%) of the 533 inpatients were diagnosed with depression, 48 (9.0%) of all inpatients received ECT, 32 (66.7 %) of ECT recipients were diagnosed with depression, 21 (65.6%) of those 32 recipients had adequate clinical response and completed the cure. 57.1% of the patients with depression who completed the cure receied ECT with the indication of suicide attempt/suicidal ideation. Among patients who had adequate clinical response; our analyses indicated that patients received six and less ECT treatments needed lower dose and had longer seizure duration than patients received seven and more ECT treatment.
Conclusion: The results of our study show that beginning from the first ECT treatment the droopiness of the applied dose to produce seizure and the length of seizure duration may predict that patients with depression will have more rapid clinical response during ECT treatment. However, further research which includes more patients is needed about this issue. (Anatolian Journal of Psychiatry 2009; 10:286-292
Depresyon hastalarında, nöbet geçirme süresi ve uygulanan elektriksel dozun, elektrokonvülsif tedaviye verilecek klinik yanıt hızı ile ilişkisi: Retrospektif bir çalışma
Amaç: Bu çalışmada, 01 Haziran 2006-01 Haziran 2008 tarihleri arasında, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde depresyon tanısıyla yatırılan ve elektrokonvülsif tedavi (EKT) uygulanan depresyon hastalarında, nöbet geçirilmesi için uygulanan elektriksel dozun ve geçirilen nöbet süresinin klinik yanıtın hızıyla ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 01 Haziran 2006-01 Haziran 2008 tarihleri arasında kliniğimizde EKT uygulanan 48 hastanın sosyodemografik ve tanısal özellikleri retrospektif olarak incelenmiştir. Uygulanan elektriksel dozun ve geçirilen nöbet süresinin, EKT’ye verilen klinik yanıtın hızı üzerindeki etkisini saptamak amacı ile yeterli klinik yanıt alındığından kürü tamamlanan 21 depresyon hastasından elde edilen veriler ki-kare ve Mann Whitney U testleri kullanılarak analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda, yatırılarak tedavi edilen 533 hastadan 87’sinin (%16.3) depresyon tanısı ile izlendiği, tüm hastaların 48’ine (%9.0) EKT uygulandığı, EKT uygulanan hastaların 32’sinin (%66.7) depresyon hastası olduğu, bu 32 hastadan 21’inde (%65.6) yeterli klinik yanıt alındığından uygulamanın tamamlandığı, kürü tamamlanan depresyon tanısı konmuş hastaların %57.1’ine intihar düşüncesi/girişimi bulunması nedeni ile EKT uygulandığı belirlenmiştir. Yeterli klinik yanıt alındığından kürü tamamlanan depresyon hastalarında altı ve daha az sayıda EKT uygulamasının yeterli görüldüğü, bu hastaların yedi ve daha çok sayıda EKT uygulanan hastalara göre nöbet oluşumu için daha düşük elektriksel doza gereksinme duydukları ve daha uzun nöbet geçirme süresine sahip oldukları belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, ilk EKT seansından itibaren nöbet geçirilmesi için uygulanan elektriksel doz düşüklüğünün ve geçirilen nöbet süresinin uzunluğunun, depresyon hastalarının EKT uygulamasına daha hızlı klinik yanıt vereceklerinin göstergeleri olabileceğini düşündürmektedir. Ancak bu konuda daha fazla sayıda hastanın incelendiği, çok sayıda çalışmaya gereksinme vardır. (Anadolu Psikiyatri Derg 2009; 10:286-292)